|
MARX'TA VE LENİN'DE DİYALEKTİK YÖNTEM*
Diyalektik materyalizmin bazı özellikleri
Sınıf mücadelesinin bütün biçimlerinde, işçi sınıfının eyleminin
bilimsel temeller üzerinde yürütülmesini, geçerli ve doğru araçların
seçilip uygulanmasını sağlayan ana dayanak, diyalektik
materyalizmdir. Çoğunlukla sanıldığının aksine, diyalektik
materyalizm, yalnızca "Marksist felsefenin" ya da teorik mücadelenin
değil, işçi sınıfının mücadelesinin bütün biçimlerinin temel
konusudur. Diyalektik materyalizmin sağlam temeller üzerinde
öğrenilmesinin ve geliştirilmesinin esas alanı da, teori değil,
devrimci pratiktir. Devrimci pratik olmaksızın, dünyanın devrimci
dönüşümü sorunu üzerinde yoğunlaşılmaksızın, diyalektik
materyalizmin kavranması ve bilincin ayrılmaz bir parçası olarak tüm
düşünüş ve davranışların temeli halini alması mümkün olamayacaktır.
Bir başka deyişle, diyalektik materyalizm, akademik bir inceleme
konusu gibi, kitapların art arda devrilmesiyle, bitmez tükenmez
tartışmalar içinde boğulmakla, belki yalnızca biçimsel olarak
öğrenilebilir, ama, asla bir bilinç unsuru halini alamaz. Diyalektik,
sürekli pratik ve pratik üzerine araştırma ve düşünme süreçlerinde
olduğu gibi, eleştirinin ve özeleştirinin de, gündelik hayatın
içindeki her anki düşünme ve davranmanın da "doğal" ve kendiliğinden
işleyen bir iç özelliği olabilirse, gerçekten "öğrenilmiş" olacaktır.
Bir devrimcinin diyalektiği bilmesiyle, bir felsefe profesörünün
materyalist diyalektiği bilmesi arasındaki fark buradadır.
Diyalektik yöntem, kendisinden önceki yöntemler ve diğer
biçimselleştirme girişimlerinin sonuçları gibi, belli sayıda kurala,
somut duruma doğrudan doğruya uygulanabilen genel geçer yasalara ve
indirgemeci şemalara sahip değildir. Diyalektik materyalizmin
öğrenilmesini kolaylaştırmak amacıyla yapılan basitleştirmeler, bir
dereceye kadar gereklidir. Ancak bunların ezberlenmesi, diyalektik
materyalizmin, canlı ve etkili bir "eylem kılavuzu" halinde
kavranmasına yetmez.
Engels, diyalektik materyalizmi, "düşünce tarihinin genelleşmiş
hali" olarak tanımlamıştı. Bu, diyalektiğin, düşüncenin evriminde
gelinen en yüksek düzey olduğu anlamına gelir. Öyleyse diyalektik,
kendisinden önceki bütün düşünce tarihini içermekte, onların aşılmış
ve yeni bir sistem içinde bütünleştirilmiş halini temsil etmektedir.
Bu özellik, diyalektiğin kavranması için, düşüncenin kendine özgü
gelişme tarzını en azından temelleri bakımından öğrenmenin ve
diyalektik materyalizmin öncesindeki büyük düşünce birikimini
tanımanın gerekli olduğu anlamına gelir. Böyle bir çalışma, yalnızca
basitçe "felsefe tarihini" bilmekle sınırlı kalamaz. Özellikle,
düşüncenin gelişme momentleriyle, insanlığın sınıflar mücadelesi
biçiminde gelişen tarihinin de temel özellikleri arasındaki
bağıntıyı kavramak, diyalektiğin sahip olduğu zenginliği ve dünyayı
değiştirme eylemi içindeki yerini anlamak bakımından önemli ve
gereklidir. Denilebilir ki, diyalektiğin tarihi, sınıf
mücadelelerinin tarihiyle sıkı sıkıya bağlıdır ve diyalektiğin
bundan ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Diyalektik materyalizmin,
özellikle işçi sınıfı hareketinin bütün kapitalist dünya çapında
tarihinin en yüksek düzeylerinden birine ulaştığı bir dönemde ortaya
çıkmış olması rastlantı değildir. Marx ve Engels, Hegel'in büyük
sisteminin, son derece devrimci bir çekirdek içerdiğini ve temelinde
hareket ve değişme kavramlarının bulunduğu bu felsefenin, işçi
sınıfının büyük eylemini anlamak ve geliştirmek bakımından elverişli
olduğunu gördüler. Marx, Hegel'in idealist diyalektiğini, toplumsal
ve doğal maddi dünyanın hareketi temelinde yorumlayarak yeniden inşa
etti. Lenin, Marx'ın ve Engels'in diyalektik materyalizmle tarihsel
hareket arasında kurdukları ilişkiyi ve bunun önemini şöyle
özetliyor: "Materyalist diyalektiğin, temelden başlayarak, tüm
ekonomi-politiğin yeniden biçimlendirilmesine uygulanması, tarihe,
felsefeye ve işçi sınıfının politikasına ve taktiklerine uygulanması
-işte Marx ve Engels'i en çok ilgilendiren buydu; en temel, en yeni
katkıyı bu alanda yaptılar ve devrimci düşünce tarihinde en büyük
ilerlemeyi bu noktada gerçekleştirdiler."
Lenin'in bu sözünde, diyalektik materyalizmin, diğer bütün felsefi
eğilimlerden ve sistemlerden farklı olan bir başka yönü ortaya
konmaktadır. Hegel, kendi sistemini, "kendini düşünen düşüncenin
düşüncesi" biçiminde tanımlıyordu. Onun diyalektiği, kendisi ne
kadar inkar ederse etsin, maddi dünyanın hareketinin bir yansıması
olduğu halde, sonuçta yalnızca düşüncenin hareketiyle ve düşüncenin
çelişkileriyle ilgileniyordu. Marx ve Engels'in elinde, diyalektik,
Lenin'in belirttiği gibi, doğrudan doğruya işçi sınıfının bütün
mücadele biçimlerinin pratik bir aracı haline getirildi.
Bütün felsefi sistemler, dünyayı yorumlayış tarzlarına bağlı olarak,
kendi içlerinde tutarlı bir de düşünme tarzı geliştirirler. Bir
başka deyişle, gelişmiş her felsefi sistemin, kendine özgü bir
yöntemi ve mantığı vardır. Lenin, "Diyalektik yöntem, Marksizmin
özüdür" diyor. Bu söz, diyalektik materyalizmin, Marx'ın teorik
yapıtını anlamak bakımından taşıdığı öneme işaret etmekle
kalmamakta, aynı zamanda Marksizmin, işçi sınıfının dünyayı
değiştirme mücadelesinde bir araç rolü üstlenebilmesinin, onun
hayata uygulanışının hangi temele dayanacağını da göstermektedir.
Özetle, Marksizmin öğrenilmesinde olduğu kadar uygulanabilmesinde
de, diyalektik materyalizm işin özüdür.
Diyalektik materyalizmin temel bir başka özelliği de, onun gelişmeye
ve değişmeye açık olmasıdır.
Marx, Kapital'in Almanca ikinci baskısına yazdığı önsözde, kendi
yöntemiyle Hegel diyalektiği arasındaki ilişkiyi şu sözlerle
açıklamaktadır: "Benim diyalektik yöntemim, Hegelci yöntemden
yalnızca farklı değil, onun tam karşıtıdır da. Hegel için insan
beyninin yaşam süreci, yani düşünme süreci -Hegel, bunu "Fikir",
('idea') adı altında bağımsız bir özneye dönüştürür- gerçek dünyanın
yaratıcısı ve mimarı olup, gerçek dünya, yalnızca 'Fikir'in dışsal
ve görüngüsel biçimidir. Benim için ise, tersine, fikir, maddi
dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimlerine
dönüşmesinden başka bir şey değildir."
Bu farklılık, Marx'ın diyalektiğinin Hegel diyalektiği ile olan
bağıntısını ortadan kaldırmaz. Aynı yerde Marx, şunları da
söylemektedir: "Hegel'in elinde diyalektiğin mistisizmle bozulması,
ayrıntılı ve bilinçli bir biçimde diyalektiğin genel işleyiş
biçimini, ilk kez onun sunmuş olduğu gerçeğini örtmez. Hegel'de
diyalektik başaşağı duruyor. Mistik kabuk içindeki akla uygun özü
bulmak istiyorsanız, onun yeniden ayakları üzerine oturtulması
gerekir."
Bu açıklama, materyalist diyalektiğin belirleyici özelliğinin, maddi
dünyayı temel veri olarak alması olduğunu gösterir. Bu özellik, ona
öncekilerden farklı olduğu bir başka boyut kazandırır. Önceki bütün
felsefi sistemler, kurucuları ve takipçileri tarafından, "son ve
tamamlanmış en büyük sistem" olarak ilan edildiler. Her biri, gerek
temsil ettikleri gerçek-nesnel ilişkilerin değişmesi, gerekse kendi
iç çelişkileri nedeniyle, zamanlarını doldurarak düşünce dünyasından
çekildiler. Marksizm ise, her şeyden önce kendi gerçekleşme koşulunu
işçi sınıfının varlığına dayandırmak ve tarihsel olarak geçiciliğini
peşinen kabul etmek gibi özellikleriyle, bu sistemlerden köklü bir
farklılık gösterdi. Engels, Hegel'in bir sözünü, Hegel sistemi için
kullanmıştı: "Varolan herşey, yok olmayı hak eder." Diyalektiğin bu
kuralı, diyalektiğin kendisi için de geçerlidir. Ne var ki, gene
Engels'in deyimiyle, "Tarih, diyalektiği çok uzun süre beklemişti",
diyalektik de, kendisinin aşılması koşullarını oluşturması için,
tarihi uzun süre bekleyecektir. Bu uzun süreç, belki de, insanlığın
durdurulamaz ilerleyişinin evrim ve devrimlerle dolu yüzyıllarını
kapsayacaktır ve bütün bu dönem boyunca, insanlığın toplumsal ve
bilimsel birikimi, çok büyük boyutlar kazanacaktır. Sonuçta,
insanlık, sınıflara bölünmüş olmaktan kurtulduğunda, tarihin hiçbir
döneminde görülmemiş bir özgürlük ortamının sınırsız yaratım
olanaklarına ve yeni bir düşünce biçimine kavuşacaktır. Diyalektik,
böyle bir ortamda nasıl bir hal alacaktır, yeni biçim içinde bizim
bugün bilip kullandığımız özellikler, o aşılmış biçim altında
kendilerini ne ölçüde sürdüreceklerdir? Bütün bunlara bugünden bir
cevap verebilmek, bilimsel olarak mümkün değildir. Ne var ki, böyle
bir ilerlemenin ve devrimci aşma noktasının ortaya çıkabilmesi,
diyalektiğin bugünden sağlayacağı birikimin gelişme düzeyiyle bağlı
olacaktır. Diyalektiğin kendisini donmuş, bitmiş ve sona ermiş bir
sistem olarak görmemesi, aynı zamanda, geleceğe karşı görevlerinin
bilincinde olduğunun da bir ifadesidir. Lenin, "Marx'ın yapıtını
sürdürmek, insan düşüncesinin, tarihinin, bilimin ve tekniklerin
diyalektik açısından incelenmesi olmalıdır." demişti. Düşünce,
tarih, bilim ve teknikler, diyalektiğin yalnızca inceleme konusu
değillerdir; onlar aynı zamanda, diyalektiğin varlık koşullarıdır.
Onların gelişmesi için diyalektik ne kadar itici bir güç ise,
düşüncenin, tarihin, bilimin ve tekniklerin gelişip değişmesi de,
diyalektiğin ilerlemesi, daha yetkinleşmesi ve daha kapsamlı, daha
yetkin düşünce sistemlerin doğuşuna zemin hazırlayabilmesi için
zorunlu maddi koşulları hazırlayacaktır.
Bu yazının konusu, materyalist diyalektiğin yöntem olarak taşıdığı
başlıca özelliklerin, kurucuları Marx ve Engels ile başlıca
geliştiricisi olan Lenin tarafından nasıl tanımlandığı ve nasıl
kullanıldığıdır. Diyalektiğin başka diğer yönleriyle de incelenmesi
bir dergi makalesinin boyutlarını çok aşacaktır.
Materyalist diyalektik yöntemin dayandığı felsefi temeller
Hegel'e göre, bütün kavramların ve kategorilerin ortak kökü, aynı
zamanda en boş, en kapsamlı, en soyut ve bundan dolayı da en gerçek,
en ilkel ve en yüksek kavram olan varlık kavramıdır. Bir başka
deyişle, varlık, kavramlar ve kategoriler sisteminin başlangıcında
bulunur. Onun çelişkisi ve hareketi sonucunda da, diğer kavram ve
kategoriler belirir. Bu görüş, Hegel'den önceki idealist sistemler
tarafından ileri sürülen "kavramların ve kategorilerin kendi
başlarına bir gerçekliği olduğu" yolundaki teze uygundu. Ne var ki,
Hegel, başlangıçta bulunan bu kavramın, çelişkili ve hareketli
olduğunu söylemekle, esaslı biçimde diğerlerinden ayrılıyor,
sistematik felsefeye büyük bir yenilik getiriyordu. Kavramların
değişmez temel başlangıçlar olduğu düşüncesine karşı sürülen bu
görüşün, önceki idealist felsefeler açısından çözümlenemez gibi
görünen bir güçlüğü vardı: Varlık kavramının hareketine yol açan ve
kendisinden diğer kavramların doğmasını sağlayan iç çelişkisinin
nedeni neydi? Eğer varlık her türlü belirlenimden yoksunsa, "en boş,
en soyut, en ilkel" kavramsa, nasıl oluyor da, aynı zamanda "en
kapsamlı, en gerçek, en yüksek" kavram olabilirdi? Kavrama
hareketini kazandıran çelişkinin kaynağı neydi? Bütün bu sorular
karşısında Hegel'in geliştirdiği cevaplar, idealist düşünce sistemi
içindeki yapısıyla, tümüyle bir sözcük oyunu gibi görünür. Ne var
ki, burada ileri sürülen görüşler, Marx'ın elinde, düşüncenin
ilerleme süreçlerinin özellikleri olarak değerlendirilmiş ve nesnel
dünyayla bağıntısı içindeki yeri gösterilerek bir yöntem ilkesi
halinde yeniden formüle edilmiştir.
Hegel, varlık'ın çelişkisini, onun Hiçlik'le (ya da Yokluk'la) özdeş
olduğu noktada başlatıyordu. Hegel'in de bağlı olduğu bütün idealist
sistemlerde, her şey, kavramlar aracılığıyla bir gerçekliğe sahip
olabilirdi. Örneğin, biz, "bir bardak su"dan söz ediyorsak, demek
ki, o nesneyi, "bir", "bardak", "su" gibi, aslında herbirinin kendi
başına bir varoluşu bulunan başka şeylerle ilişki içinde
düşünebiliyor, "bir bardak su"yu, ayrı ayrı her bir diğer kavrama
bağlamaksızın dile getiremiyor, bir başka deyişle onu var
edemiyorduk. Böylece, her bir kavram, ancak diğer başka kavramlarla
ilişki içinde var olabilirdi. "Varlık" kavramı ise, başka hiçbir
kavrama bağlanmaksızın, yalnızca "vardır" diyebileceğimiz yalın,
bağlantısız, dolaysız bir kavramdı. "Bu varlık hakkında ne bir
duyum, ne bir görü, ne de bir tasarım elde edilebilir, çünkü o saf
düşüncedir ve bu haliyle de başlangıcı meydana getirir." ... "Bu
varlık, saf ve belirlenimsiz boşluktur. Onda hiçbir şey kavranamaz,
hakkında herhangi bir şey de düşünmek olanaksızdır. Başka deyişle, o
aynı zamanda bu boş düşünceden ibarettir." Diğer bütün
ilişkilerinden soyutlanmış olduğu için, onun hakkındaki
bilinebilecek tek şey, yalnızca var olduğu olabilirdi. Hiçlik de
aynı şekilde, diğer bütün belirlenimlerinden soyutlanmış, kendisine
başka herhangi bir kavramın yüklenemeyeceği yalınlıkta bir kavramdı.
"Varlık, bu belirlenmemiş dolaysız, gerçekte hiçlik'tir. Ve
hiçlikten, ne artık, ne de eksik bir şeydir." Başlangıçtaki varlık,
varoluşa geçmeden önceki halinde, herhangi bir var olan'dan
farklıdır. Var olan, beyaz, siyah, kırmızı, ağır, hafif, iyi, kötü,
güzel, doğru vs. olandır. Onun hakkında söyleyebileceklerimiz, ona
yükleyebileceğimiz özellikleri açıktır. Oysa varlık, bunların
tümünden ayrılmış, soyutlanmıştır. Öyleyse, hiçbir sıfatı
bulunmayandır. Öyleyse, o, aynı zamanda, hiçbir şeydir, var
olmayandır.
Hiçlik'le özdeş olan bu varlık, aynı zamanda hiçlik 'le olan
çelişkisi yüzünden, varoluş'a geçer. Gitgide belirlenimler kazanır.
Böylece, sonluluk ve sonsuzluk, nicelik ve nitelik, ölçü, öz,
fenomen, tözsellik, nedensellik, karşılıklı bağıntılılık vb. gibi
yeni kavramların kendisinde belirmeye başladığı bir sürece girer.
Varoluş, işte, bu kavramlardan herhangi biriyle belirlenmiş
varlıktan başka bir şey değildir. Hegel, kavramın bu başlangıç
halini "kendinde ve kendiliğinden" olarak tanımlar. Bu terimler,
daha sonra, Marx'ta ve Lenin'de sınıfsal bilinçlenme sürecini
tanımlayan bir içerik kazanmıştır. Bununla birlikte, Hegel'deki ilk
biçimini önemli ölçüde korumuştur, fakat artık içeriği tamamen
toplumsal ve maddi hale gelmiştir. Bir işçi, eğer kendi sınıfsal
durumunu tanımlayan bağıntıların farkında değilse, kendisinin toplum
içindeki yerini, karşıt sınıflar arasındaki mücadeleyi vs.
bilmiyorsa, yani eğer kendisine ait bütün belirlenimleri ve
dolayımları kavramamışsa, o, kavramın başlangıç halindeki durumuna
benzetilir. Kavradığı her yeni ilişki, onun "kendisi için" olması
yolunda bir adımdır. Varoluşun tamamlanabilmesi ve "kendinde ve
kendiliğinden" durumundan çıkarak, "kendisi için" haline gelebilmesi
için, onun tüm belirlenimlerinin açıklığa kavuşması gerekmektedir.
Marx ve "Ekonomi politiğin yöntemi" üzerine
Başlangıçta bir soyut, boş, ilkel kavramdan yola çıkarak,
somut-gerçek, kapsamlı-dolu, tamamlanmış-yüksek kavrama doğru
gelişme ilkesini, Marx, ekonomi politiğin yöntemi olarak geliştirdi.
Ne var ki, Marx'ın "Ekonomi Politiğin Yöntemi" başlığı altında
tanımladığı ilkeler, yalnızca teorik çalışmanın genel yapısını
özetlemekle kalmamakta, aynı zamanda, diyalektik yöntemin genel
özellikleri hakkında da ipuçları taşımaktadır. Marx, teorik
araştırmanın yöntemi üzerine genel sonuçlar çıkarılabilecek olan
başlıca makalesi, "Ekonomi Politiğin Yöntemi"nde, nesnelliğin
kavramsal yeniden üretimi'nin diyalektik ilkeleri üzerinde durur.
"Nesnelliğin kavramsal yeniden üretimi" deyimi, doğrudan doğruya
Hegel diyalektiği ile olan hesaplaşmanın ve onu "ayakları üzerine
dikme" girişiminin bir özetini verir. Hegel'de nesnellik, tümüyle
kavramsal hareketin bir sonucu olarak ortaya çıkmakta, maddi-nesnel
dünyanın kavramlardan bağımsız bir gerçekliği bulunmamaktaydı. Marx
ise, herşeyden önce, Hegel'in "dış dünya" dediği madde dünyasının
düşüncenin öncesinde bulunduğu, temel gerçekliğin buraya ait olduğu
tezini ileri sürerek, onun mistik ve idealist yaklaşımını
reddediyor. Fakat, fikirlerin, aynı zamanda maddi dünyanın insan
aklındaki yansıması ve düşünce biçimlerine dönüşmesi olduğu
gerçeğini de göz önünde tutarak, bu süreci, bir kavramsal yeniden
üretim olarak tanımlıyor.
İnsan düşüncesi, sonsuz hareket ve değişim halindeki gerçekliği, tüm
yönleriyle ve bir bütün olarak, dolaysızca algılayamaz. En hassas
algıların, en keskin gözlemlerin, en büyük bilgi birikiminin dahi
ulaşabileceği derinlik- gerçekliğin sonsuzluğu karşısında,
sınırlıdır. Lenin, felsefe çalışmaları sırasında tuttuğu notlarında,
buna dikkat çekerek, algıyla düşünme arasındaki geçişi şöyle
tanımlar: "Sürekli olan'ı (düşüncede) kesintiye uğratmaksızın,
canlıyı daha basit ve daha kabasaba kılmaksızın, bölüp
parçalamaksızın, ölü gibi dondurmaksızın, hareketi tasarlayamayız,
anlatamayız, ölçemeyiz, betimleyemeyiz." Burada sözü edilen,
"canlıyı daha basit ve daha kaba saba kılmaksızın, ölü gibi
dondurmaksızın, bölüp parçalamaksızın" gibi terimlerle ifade edilen
işlemlerin genel adı, "kavramlaştırma"dır. Her kavram, gerçekte
nesnel bir ilişkiyi temsil etse de, onun ancak en temel ve genel
özelliklerini kendisinde taşıyabilir. Dolayısıyla, her kavram,
gerçekliğin donmuş, cansız kılınmış, hareketten ve değişmelerden
arındırılmış halini dile getirir. Buna rağmen, kavramlar ve
kategoriler, canlılığın, hareketin ve değişmenin bilinebilmesini
mümkün kılan "düğüm noktaları"dır. Bu, onların oluşması ve insanın
pratik faaliyetinde işlerlik kazanmasının tarihi ile ilgilidir.
Lenin, mantıksal kavramlar için, "... dünya hakkındaki bilginin
gelişme yasalarının teorisidir. Yani dünya hakkındaki bilginin
tarihinin dökümü, toplamı, sonucudur" değerlendirmesini yapıyor. Ona
göre, "(Kategoriler), evren hakkında bilgi edinişin basamaklarıdır.
Kategoriler, (doğal fenomenlerin örgüsünün) bilinmesini ve egemenlik
altına alınmasını sağlayan düğüm noktalarıdır". İşte Marx, bu
noktada, Lenin'in özetlediği tarzda, kavramlardan örülmüş bir nesnel
dünya tasarımının gerçekleştirilmesi sürecini, yöntemin genel
yönelimi olarak ele alır. Marx şöyle der: "Genel düşünce, yani
yöntem, her nesneyi kendinde kavramaya elverişli değildir. Her
gerçeğin kavranmasında akıl için bir kılavuz, genel bir çerçeve, bir
yönelim sağlar sadece. Her gerçekte, o gerçeğin çelişkilerini, kendi
iç devinimini, niteliğini ve ani dönüşümlerini yakalamak gerekir".
Bu işlemin genel adı, "somutlama"dır. Günlük dildeki, "somut kavram"
ve "soyut kavram" terimleri, Marksist terminolojide farklı bir anlam
taşırlar. Genellikle, "somut kavram", belli nesneleri, duyumlarımıza
konu olabilen maddi varlıkları dile getiren kavramlardır: Kedi,
masa, meyve vs. gibi. "Soyut kavram" ise, algılanamayan şeyleri dile
getiren kavramlar anlamına gelir: Tanrı, adalet, özgürlük gibi.
Diyalektik materyalizmde ise, "soyut kavram" ve "somut kavram"
terimlerinin anlamı tamamen başkadır. Burada "soyut kavram", tıpkı
Hegel'in varlık kavramı gibi, belirlenimsiz, bağlantısız, "kendinde
ve kendiliğinden" kavramdır. Marx, somut kavramı şöyle tanımlar:
"Somut kavram, birçok tanımın sentezi olduğu, böylece de çeşitli
yanların birliğini temsil ettiği için somuttur. Bu nedenle, gerçek
kaynaklanma noktası ve aynı zamanda algı ve düşlemlemenin
kaynaklanma noktası olmasına karşın, akıl yürütmede bir çıkış
noktası olarak değil, bir toparlanma, bir sonuç olarak ortaya çıkar.
İlk işlem anlamlı imgeleri soyut tanımlar düzeyine indirir, ikincisi
akıl yürütme yoluyla soyut tanımlardan somut durumların yeniden
üretimine ulaşır."
Marx'a göre, bu süreç, gerçek somutun, maddi varlığın, düşüncede de
somutlanmasıdır. Hegel'in, bu süreci, gerçek somutun üretimi süreci
olduğunu sandığını söyleyen Marx, bir kez bu idealist yanılmanın
aşılmasıyla, diyalektiğin başlıca yöntem ilkesinin ortaya
çıkarılabileceğini gösterir. Yukarıda da belirtildiği gibi, Hegel
için önemli olan, "her türlü belirlenimden yoksun olan" başlangıç
kavramının içerdiği çelişkiyi yakalamaktı. Materyalist diyalektik
açısından da, "soyut kavram" durumunda bulunan ilk ögenin hareketini
ve gelişmesinin yönelimlerini incelemeye, içerdiği çelişkiyi
saptamakla başlanacaktır. Lenin, "Bizim anladığımız anlamda
diyalektik, nesnelerin özünde bulunan çelişkinin incelenmesidir"
diyor. Çünkü, materyalist diyalektik, kendisinden önceki metafizik
ve idealist sistemlerden farklı olarak, "dünyanın anlaşılması"yla
yetinmez, onun nasıl dönüştürüleceğini bilmek ister. Bir şeyi
"dönüştürmek için kavramak" demek ise, onun bir çelişki içindeki
yerini ya da içerdiği çelişkiyi kavramak demektir. Lenin, diyelektik
yöntemin özünü, "çelişen, birbirlerini karşılıklı dıştalayan, karşıt
eğilimlerin tanınması, keşfedilmesi" olarak gösterir. Örneğin,
kapitalizmin ekonomik ve politik yönleri, Marx'tan önce de, bir çok
araştırmacı tarafından incelenmiş, kapitalizmin işleyiş yasalarına
ilişkin ilk bulgular, burjuva araştırmacılar tarafından saptanmıştı.
Fakat Marx, bütün bunlardan farklı olarak, kapitalizimin nasıl
dönüştürüleceği problemini, araştırmasının temel noktası olarak
aldığı için, bütün çalışması boyunca, kapitalizmin içerdiği
çelişkileri bulmaya çalıştı. Kapitalizmin temel çelişkisinin,
"üretimin toplumsallaşmasıyla, mülkiyetin özel karakteri arasındaki
çelişme" olduğu gerçeğini, kapitalizmin diğer özelliklerinin ele
alınışının ekseni yaptı. Emek, değer, sermaye vb. kavramların, bu
temel çelişme bakımından nasıl bir rol oynadığı ve hangi biçimler
altında bu temel çelişmeyi yansıttığını bulmak, Kapital'in içeriğini
oluşturdu.
Kapital'in planı ve yöntemi
Diyalektik araştırma sürecinin yolu, genel olarak ve özetle,
"görünüşten, öze" deyimiyle dile getirilir. Bu, "soyuttan somuta"
ilkesinin, değişik biçimde dile getirilmesidir. "Soyut", bir
varlığın, bağıntıları, çelişkileri, hareketi ve değişmesi hakkında
hiçbir bilgimizin bulunmadığı ilk durumu dile getirir ve bu, onun
ilk algılanış haline, yani "görünüş"üne denk düşer. "Öz" ise,
varlığın "somut" halidir. Marx'ın dediği gibi, görünüşü, "birçok
tanımın sentezi, çeşitli yanların birliği" halinde kavramayı
ilerletebildiğimiz ölçüde, onun gerçeğine, özüne yaklaşırız.
"Görünüşten öze" ya da "soyuttan somuta" ilkesi, Marx'ın temel
eserinin yönteminin de başlıca iç çizgisini oluşturur.
Kapital'in birinci bölümünün ilk cümlesi, bu ilkeyi, daha ilk adımda
hatırlatır gibidir: "Kapitalist üretim tarzının egemen olduğu
toplumların zenginliği, muazzam bir meta yığını olarak kendini
gösterir, bunun birimi tek bir metadır. Araştırmalarımızın bu
nedenle metanın tahlili ile başlaması gerekir."(abç)
Burada "meta yığını", kapitalizmin bir "görünüşü" olarak ele
alınmıştır. Gerçekten, kapitalist pazar, vitrinleri rasgele
seyrederek dolaşan birisine, tıkış tıkış bir meta yığını olarak
görünecektir. Bunun ardında neler vardır? Hangi ilişkilerin,
çatışmaların ve süreçlerin ürünü olarak bu yığın ortaya çıkmıştır?
Gene yalnızca "görünüş"e dayanarak, buna cevap vermeye çalışan
birisi, fabrikaları, hammadde üretim alanlarını, buralarda çalışan
insanları, sermaye sahiplerini ve işçileri belli belirsiz
anımsamaya, kafasında canlandırmaya başlayacaktır. Bu elbette, henüz
bilimsel bir araştırma değildir; fakat, bir görünüşten diğerine
geçerken, birbirine bağıntılı başka kavramların ortaya çıkmakta
olduğunu, sıradan insanın düşüncesinde bile, bunun gerçekleşme
yolunun "görünüşten öze" doğru belirsiz bir çabayı gerektirdiğini
göstermektedir. Marx, meta'yı bir çıkış noktası, ilk görünen öge
olarak ele alır ve bilimsel bir inceleme tarzı güderek, onun farklı
görünümlerini araştırmaya koyulur. İlk elde, meta'nın farklı
biçimleriyle bunların içerdiği farklı ilişkileri araştırır. Meta'nın
bir ihtiyacı karşılamak işlevinin arkasında yatan "yararlı şey"
kavramına ulaşır. Kapital'i okuyan herkes, Marx'ın, buradan
"kullanım değeri" kavramına neredeyse doğal bir akış içinde
geçtiğini görür. Adeta "meta" kavramı, Hegel'in tanımladığı gibi,
kendi belirlenimlerini ve içeriğini "kendi kendine açmakta"dır. Gene
onun deyişiyle söyleyecek olursak, "soyut kavram, gitgide kendi
somutluğunu bulmakta"dır.
Marx, "meta" soyut kavramından yola çıkarak ilerlerken onun "özü"nü
bulmak için de bir dizi yeni soyutlama yapar. Öyleyse, bir yandan
"meta"nın "somut kavram" haline getirilmesi için gerekli çelişkiler
ve bağıntılar keşfedilirken, sürekli olarak yeni soyut kavramların
bulunması ve bunların somutlanması çabası, içiçe geçmiştir. Bu
karşılıklı bağlılık ve içiçe geçerek ilerleme, diğer kavramların
elde edilmesi ve tanımlanması süreçlerinde de görülür. Değer
kavramı, emek kavramına bağlanır, emek kendi içinde değişik
biçimleriyle görünür, bu değişik biçimlerle değer kavramının değişik
biçimleri arasındaki ilişkiler bulunup açılır. Nispî değer, değerin
eşdeğer biçimi, basit biçimi, genişlemiş değer biçimi vb. gibi
kavramlar, "zincirleme olarak ve birbirleriyle içten bağıntılarıyla"
tanımlanır. Bir kavramdan diğerine geçilirken, öncekinin içerdiği
çelişmeler, esas halkayı teşkil eder. Bir başka deyişle, bütün bu
kavramların birbirinden doğuşunda rol oynayan esas güç, her bir
kavramın içerdiği karşılıklı yönlerdir.
Kapital'in ikinci bölümü, "Değişim" başlığını taşır. Bu bölüm de,
Marx'ın bir "görünüş"ü saptamasıyla başlar. "Açıktır ki, metalar
pazara kendi başlarına gidemezler ve kendi başlarına değişim
yapamazlar." Bu saptama da, birinci bölümün ilk cümlesi gibi, son
derece basit, son derece dolaysız olarak algılanabilir bir gerçeğin
dile getirilmesinden ibarettir. Marx, bu soyut görünüş durumundan
ilk sonucu çıkarır: "Bu yüzden, aynı zamanda sahipleri olan
koruyucularını da tanımamız gerekir." Bu çok yalın gerçek, bir taşın
suya atılması sırasında görünenler gibi, gitgide açılıp genişleyen
halkalar halinde, daha karmaşık, daha çok yönlü başka ilişkilere
doğru yayılır. Ancak her adımda, daha önce ulaşılmış ve somut
kavramlar haline getirilmiş kavramlara başvurulur. Örneğin, Para'nın
somutlanması için, daha önce somutlanmış başka kavramlarla ilişkisi
gösterilir. Meta, değer, kullanım değeri, değişim değeri, emek vs.
gibi kavramlar, hem kendi içlerinde, yeni somutlanmakta olan kavram
açısından ne gibi değişik içerikler taşıdıkları araştırılarak
kullanırlar, hem de yeni kavramın (örneğin 'para'nın)
somutlanmasında işlev üstlenirler. Böylece görülür ki, her eski
kavram, yeni ilişkiler içinde, yeni somutlanma olanakları bulur ve
her yeni bağıntıda, hem kendisi tanımlayan olarak rol üstlenir, hem
de tanımladıkları yeni kavram aracılığıyla yeni somutlanma boyutları
kazanırlar. Engels, diyalektiği, "bağıntıların bilimi" ve "bütün
hareket ve gelişmenin bilimi" olarak tanımlamıştır. Bu tanıma göre
diyalektik, olguların, olayların ve süreçlerin, birbirleriyle
evrensel, çok yönlü, değişken bağıntılar içerisinde kavranması
demektir. Bağıntı, karşılıklı etkileşme, etkileşim ise karşılıklı
hareket anlamına gelir. Her şey kendisini kuşatan öbür şeyler
tarafından koşullandırılır. Hiçbir olay, tekil varlıkların rastgele
bir araya yığılması değildir. Onu koşullayan, onu belirleyen, onu
etkileyen iç ve dış bağları bulup ortaya çıkarmak gerekir. Marx'ın
Kapital'de izlediği yol, bu tanımın eksiksiz bir örneğini oluşturur.
Kapital'in genel planı, tam olarak bütün yönleriyle kapitalist
üretim tarzının somutlanması (düşüncede bir somut olarak yeniden
kurulması) çalışmasının en yetkin sonucunu gösterir.
Lenin, "Felsefe Defterleri" genel başlığı altında toplanan
notlarında, Hegel'in "bilgi metodu" kavramının içeriğini bir bakıma
şemalaştırarak açıklığa kavuşturmayı dener; şu başlıca özellikleri
tespit eder:
"1) Kavramın kendi kendinden itibaren tanımı (doğrudan doğruya
şey'in kendisi, kendi ilişkileri ve gelişimi içinde göz önüne
alınmalıdır.);
"2) Şey'in doğrudan doğruya kendi içindeki çelişki (kendi kendinin
başkası) her fenomenin içindeki çelişkin kuvvetler ve yönsemeler;
"3) Analiz ve sentezin birleşmesi."
Hegel'in "mutlak bilgi metodu" olarak adlandırdığı kendi yönteminin
en temel özelikleri bunlardır ve bu özellikler, Kapital'in özellikle
sunuluşu bakımından Marx tarafından uygulanmıştır. Marx', önce
"kavramın kendi kendinden itibaren tanımı" yolunu izler, ve sonra da
sırayla diğer özellikleri uygular. Ne var ki, burada materyalist
diyalektik bakımından çok önemli bir katkıyı da gerçekleştirir: Her
bir kavramı, genel ve tüm kavramları kapsayan bir çelişmenin
ekseninde, önce analiz eder (ve bu analize daima içten içe işleyen
bir sentez süreci eşlik etmektedir), sonra da, gene bu temel çelişki
ekseninde, tümünü sentezler. Bu, bir bakıma, başlangıç noktasına
dönüş gibi görünür. Bu özelliği, Marx ve Engels'in birlikte kaleme
aldıkları, "Komünist Manifesto"da da kolayca görebiliriz. Manifesto,
"Avrupa'da bir hayelet dolaşıyor: Komünizm hayaleti" sözleriyle
başlar. Genel durumu karakterize eden başlıca özellik, basit bir
görünüş ögesi olarak öne sürülür. Buradan başlayarak, Avrupa'nın bu
görünüşe zemin hazırlayan siyasal ve sosyal koşulları tanımlanır.
Koşulların ve ortamın başlıca karakateristikleri olan ana sınıfların
durumu ve birbirleriyle karşılıklı ilişkileri ve çelişkileri
konulur. Manifesto, "Bütün ülkelerin işçileri birleşin!" çağrısıyla
sona erer. Bir bakıma, başlangıçta, bir "hayalet" gibi görünen
Komünizm kavramı, bütün ülkelerin işçilerinin birleşmesiyle somut
gerçekliğine kavuşur. Hem kavramsal bakımdan, hem de maddi bakımdan
komünizmin gerçekleşmesiyle, halka tamamlanır. Kavramsal bakımdan,
bütün Manifesto boyunca komünizmin temelleri ve değişik yönleri
açıklanır, somutlanır; hem de nesnel bakımdan komünizmin gerçekleşme
koşulu somutlanır. Ama burada somutlanan komünizm kavramı,
başlangıçtaki "hayalet" durumundaki komünizmden çok farklıdır.
Soyut, boş, ilkel kavramın yerini, şimdi, somut, kapsamlı,
tamamlanmış kavram almıştır.
Burada, Marx'ın gene Almanca İkinci Baskı'ya yazdığı önsözde
değindiği bir özelliğe dikkat edilmelidir. Marx, Kapital'in
yazılması öncesinde kullandığı "araştırma yöntemi" ile, eserin
"sunuş yöntemi" arasında "biçim yönünden" bir farklılık bulunduğunu
söyler. "Araştırma yöntemi, işlenecek malzemeyi ayrıntılarıyla ele
almalı, onun gelişmesinin farklı biçimlerini tahlil etmeli, iç
bağıntılarının esasını bulmalıdır. Ancak bu yapıldıktan sonra,
gerçek hareket yeterince anlatılabilir." Fakat çalışmanın sunuluşu,
hem bu ayrıntıların tümünü içermez, hem de araştırmanın ilerleme
yönüyle aynı olmaz. Marx, kapitalist üretim tarzını incelemeye
"meta"dan başlamamıştır. Kapital'in öncesinde bulunan ve "Ekonomi
Politiğin Eleştirilmesi İçin Ön Çalışma" başlığıyla yayınlanan ve
Almanca "Ön-çalışma" anlamına gelen "Grundrisse" sözcüğüyle anılan
notlarının birinci bölümü, "Üretim, Tüketim, Bölüşüm, Mübadele"
başlığını taşır. Üretim başlıklı altbölüm, "Özgür Bireyler ve
Onsekizinci Yüzyıl Kavramları"nı inceleyerek konuya girer. Diğer
bölümlerde de, Kapital'in içerdiğinden oldukça farklı başlıklar ve
konular vardır. Bu bölümlerin her birinde, diyalektik yöntemin genel
özellikleri tam bir netlikle görünür. Fakat, eserine son biçimini
verirken, özellikle Hegel'in bir öğrencisi olduğunu belirtmek
amacıyla sunuş biçimini de, Hegel diyalektiğinin kavram hareketi
öğretisine uygun hale getirmiştir. Aslında bu uygulama, bir bakıma,
içerikle görünüş arasındaki uyumu da sağlamıştır diyebiliriz. Ne var
ki, bu, Marx'ın araştırma yönteminin, sunuş yönteminden esastan
farklı olduğu anlamına gelmez. Kendisinin de belirttiği gibi, ikisi
arasındaki farklılık, tamamiyle biçimseldir. Araştırma yönteminin de
genel çizgisi, daima, "soyuttan somuta", "görünüşten öze", "basitten
karmaşığa" yönünü izlemiştir.
Lenin'de araştırma ve sunuş özellikleri bakımından diyalektik yöntem
Lenin'in tüm çalışmalarında, diyalektik materyalizmin yöntemsel
ilkeleri açık bir biçimde kendisini gösterir. Yalnızca, Marx'ın
Kapital'inin Rusya koşullarına uyarlanması özeliğini taşıyan
"Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi" gibi başlıbaşına bir bütün
oluşturan eserlerinde değil, tek tek makalelerinde de, Lenin,
diyalektik yöntemi ustalıkla uygular.
"Ne Yapmalı?" adlı eserine, o da bir "görünüş" ile başlar:
"'Eleştiri Özgürlüğü', hiç kuşkusuz, günümüzün en moda sloganı ve
tüm ülkelerde sosyalistler ve demokratlar arasındaki tartışmalarda
en sık kullanılan slogandır. İlk bakışta, tartışmaya giren
taraflardan birinin eleştiri özgürlüğüne ciddiyetle başvurmasından
daha garip görünen bir şey olamaz." Lenin, bu noktadan hareket
ederek, sloganın arkasında yatan ilişkileri ve çatışmaları anlatır.
"Eleştiri özgürlüğü" kavramının gerek genel olarak taşıdığı anlamı,
gerekse özel olarak o tarihsel koşullarda hangi gerçek ilişkileri
dile getirdiğini araştırır. Bunun içerdiği çelişkiyi yakalar ve
kendi görüşlerini dile getirirken, bu çelişkinin bağlı olduğu diğer
bütün yönleri ve özellikleri sergiler.
Lenin'in de araştırdığı konuyu sunuşu, tıpkı araştırma sürecinde
olduğu gibi diyalektiğin genel çizgisini izler. "Somuttan soyuta
doğru ilerleyen düşünce doğru olması koşuluyla ... gerçekten
uzaklaşmaz ama ona yaklaşır (...) tüm bilimsel (saçma değil; doğru,
ciddi) soyutlamalar doğayı daha derin, daha doğru ve tam olarak
yansıtır". Fakat, o da araştırma sürecinde izlediği yönü, çoğu kez,
sunuşunun yönü olarak kullanmaz. Araştırma bir başka ögeden başlamış
olsa da, konuyu sunarken, bir başka ögeyi ilk anda öne çıkarabilir.
Burada rol oynayan etken, özellikle Lenin bakımından söyleyecek
olursak, yazının özel hedefleri ve yayınlandığı özel tarihsel
koşullardır. Okuyucunun ilgisinin nereden başlayacağı ve dikkatin
özel olarak hangi noktada toplanması gerektiği, Lenin'in yazılarının
planlanmasında özel bir önem taşır. Bu bakımdan denilebilir ki,
Lenin, okuyucunun da, "görünüşten öze" doğru ilerleyen bir süreç
içinde bulunmasını, anlatmak istediklerinin tam olarak anlaşılmasını
sağlamak bakımından gerekli görür.
Fakat Lenin'in araştırma süreci için önerdiği yolu incelemeden,
yapıtının sunuluşundaki yalınlığın ve anlaşılırlığın sırrını
çözemeyiz.
Lenin, Hegel tarafından ileri sürülmüş bulunan "mutlak bilgi metodu"
kavramının açılmasından on altı kural elde eder. Bunlar, hiç bir
şekilde, diyalektiğin temel kuralları, ya da yasaları olarak
anlaşılmamalıdır. Burada yapılan özet, Lenin'in bir araştırma
sürecinde, diyalektik bakımdan dikkat edilmesini gerekli gördüğü
ögeleri içermektedir:
"1. İncelemenin nesnelliği (örnek vermek yok, konu dışına çıkmak
yok, doğrudan doğruya kendi kendisinde şey var sadece).
2. Bu şey'in, öbür şeylere olan katmerli ve çeşitli bağıntılarının
hiç eksiksiz tümü.
3. Bu şey'in (ya da gene fenomenin) gelişimi, kendine özgü hareketi,
kendine özgü hayatı.
4. Bu şey'in içindeki içsel bakımdan çelişkili olan eğilimler ve
yönler.
5. Toplam olarak ve karşıtların birliği olarak şey (fenomen vs).
6. Bu karşıtların mücadelesi, respektiv açılıp yayılmaları, çelişkin
özlemler vs.
7. Analiz ve sentezin birleşmesi, değişik parçaların ayrılması ve
yeniden birleşmesi, bu parçaların toplam halinde bütünleşmesi.
8. Her bir şey'in (fenomenin vs.) bağıntıları, sadece katmerli ve
çeşitli değil, aynı zamanda evrenseldir de. Her şey (fenomen, süreç
vs.) her başka'ya bağlıdır.
9. Sadece karşıtların birliği değil, aynı zamanda her belirlenimin,
niteliğin, çizginin, yanın, özeliğin, her başka'ya [kendi karşıtına?]
geçişleri.
10. Yeni yanların, bağıntıların vs. sonsuz biçimde ortaya çıkma
süreci.
11. İnsanın, şeyler (fenomenler, süreçler vs.) hakkındaki
bilgisinin, fenomenden öze ve daha az derin bir özden daha derin bir
öze giderek sonsuz derinleşme süreci.
12. Birlikte varoluştan nedenselliğe ve bir bağlantı ve karşılıklı
bağımlılık formundan daha derin ve daha genel bir başkasına.
13. Alt evredeki bazı çizgilerin, özelliklerin, vs. bir üst evrede
tekrarlanışı ve
14. Görünürde eskiye dönüş. (olumsuzlamanın olumsuzlanması)
15. Muhtevanın formla mücadelesi ve bunun tersi. Formun
reddedilmesi, muhtevanın yenibaştan yoğrulup işlenmesi.
16. Nicelikten niteliğe geçiş ve bunun tersi. (15 ve 16, 9'un
örnekleridir.)"
Dikkatle incelendiğinde, bu özelliklerin Lenin tarafından herhangi
bir sıra gözetilmeksizin, üzerinde çalıştığı Hegel metninin okunuşu
sırasında tutulmuş notların akışına göre dizildiği görülecektir. Bu
maddeler, üç ana ilke bakımından sınıflandırılıp yeniden
sıralanabilir. Fakat bu yapılmadan da, Lenin'in yazılarında ve
konuşmalarında kendisini gösteren iç tutarlılığın, üstün öngörü
zenginliğinin kaynağı bu notlardan anlaşılabilir. Şu sözleri,
yukarıdaki notların bir özetidir: "Düşünürken (örnekleri değil,
aykırılıkları değil; kendinde-şeyi) nesnel olmak, doğru bir bilgiye
sahip olmak istiyorsak, onun tüm yanlarına, bağlantılarına ve
'aracılık-özelliklerine' bakmalı ve incelemeliyiz. Bu hiçbir zaman
tam anlamıyla gerçekleştirmeyi umamayacağımız bir şeydir. Ama
kapsamlılık kuralı, yanlışlara ve katılığa karşı bir güvencedir."
Lenin, diyalektik materyalist yöntemin bir ilkesi olarak, "somut
durumların somut analizi"ni önermişti. "Somut durum"un bütün
karmaşıklığını yakalayabilmek, olası gelişmeleri hesaplayabilmek ve
bunu bütün somutluğuyla yansıtabilmek (yazı ya da konuşma biçiminde
sunmak) ancak böyle bir ince işçiliğin sonucu olabilir.
Sonuç
Gerek Marx ve Engels'in gerekse Lenin'in, diyalektik materyalist
yöntemin gelişmesine yaptıkları büyük katkı, esas olarak eserlerinde
içerilmiş olarak bulunmaktadır. Onların hiçbirinin yöntem üzerine
ayrıntılı bir yazısı yoktur. Marx'ın daha önce sözünü ettiğimiz "Ekonomi
Politiğin Yöntemi" başlıklı makalesi, "Grundrisse" içinde bir
parçadan ibarettir ve okunup anlaşılması oldukça zor bir metindir.
Engels'in, "Tarihsel İnceleme Yöntemi ve Mantıksal İnceleme Yöntemi"
başlığını taşıyan bir incelemesi de, Marx ve Engels'in seçme
yazılarından oluşan "Felsefe İncelemeleri" adlı derlemede yer
almaktadır. Lenin de, diyalektik üzerine çalışmalarını
tamamlayamadan bırakmıştır. Bugün elimizde, "Diyalektik Üzerine"
başlığını taşıyan bir taslaktan başka bir şey yoktur. Fakat,
devrimin pratik sorunları üzerine yaptığı tartışmalarda ve devrimci
iktidarın uygulamaları için hazırladığı tasarılarda, diyalektiğin
kavranışı ve uygulanışı üzerine bir çok değerli örnek vardır.
Lenin, Marx ve Engels'in diyalektik üzerine kapsamlı bir eser
bırakamamış olmalarını üzüntüyle karşılar, fakat Kapital'in
diyalektik mantığı içerdiğini ve onun kapsamlı bir incelenmesinin
bize bu mantık hakkında tam bir bilgi vereceğini söyler.
Burada önemli olan, Marx ve Lenin'in eserlerini inceleme yöntemini
ve onların bizzat kullandığı yöntemin ana ilkelerini bilmektir.
Başlangıçta da söylediğimiz gibi, diyalektik materyalizm, esas
olarak dünyayı devrimci tarzda değiştirmenin bilimsel ilkelerini
verir. Dolayısıyla, diyalektiği özellikle Lenin'in pratik siyasal
mücadelesinin içinde nasıl kullandığının araştırılması büyük önem
taşımaktadır.
Bu yazı,
aylık sosyalist teori ve politika dergisi Özgürlük Dünyası'nın Şubat
1994 tarihli 64. sayısından alınmıştır.
|
|