Emeginsesi Internet Radio

Counter

 

Anasayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

     
 

MARX'TA VE LENİN'DE DİYALEKTİK YÖNTEM*

Diyalektik materyalizmin bazı özellikleri


Sınıf mücadelesinin bütün biçimlerinde, işçi sınıfının eyleminin bilimsel temeller üzerinde yürütülmesini, geçerli ve doğru araçların seçilip uygulanmasını sağlayan ana dayanak, diyalektik materyalizmdir. Çoğunlukla sanıldığının aksine, diyalektik materyalizm, yalnızca "Marksist felsefenin" ya da teorik mücadelenin değil, işçi sınıfının mücadelesinin bütün biçimlerinin temel konusudur. Diyalektik materyalizmin sağlam temeller üzerinde öğrenilmesinin ve geliştirilmesinin esas alanı da, teori değil, devrimci pratiktir. Devrimci pratik olmaksızın, dünyanın devrimci dönüşümü sorunu üzerinde yoğunlaşılmaksızın, diyalektik materyalizmin kavranması ve bilincin ayrılmaz bir parçası olarak tüm düşünüş ve davranışların temeli halini alması mümkün olamayacaktır. Bir başka deyişle, diyalektik materyalizm, akademik bir inceleme konusu gibi, kitapların art arda devrilmesiyle, bitmez tükenmez tartışmalar içinde boğulmakla, belki yalnızca biçimsel olarak öğrenilebilir, ama, asla bir bilinç unsuru halini alamaz. Diyalektik, sürekli pratik ve pratik üzerine araştırma ve düşünme süreçlerinde olduğu gibi, eleştirinin ve özeleştirinin de, gündelik hayatın içindeki her anki düşünme ve davranmanın da "doğal" ve kendiliğinden işleyen bir iç özelliği olabilirse, gerçekten "öğrenilmiş" olacaktır. Bir devrimcinin diyalektiği bilmesiyle, bir felsefe profesörünün materyalist diyalektiği bilmesi arasındaki fark buradadır.

Diyalektik yöntem, kendisinden önceki yöntemler ve diğer biçimselleştirme girişimlerinin sonuçları gibi, belli sayıda kurala, somut duruma doğrudan doğruya uygulanabilen genel geçer yasalara ve indirgemeci şemalara sahip değildir. Diyalektik materyalizmin öğrenilmesini kolaylaştırmak amacıyla yapılan basitleştirmeler, bir dereceye kadar gereklidir. Ancak bunların ezberlenmesi, diyalektik materyalizmin, canlı ve etkili bir "eylem kılavuzu" halinde kavranmasına yetmez.

Engels, diyalektik materyalizmi, "düşünce tarihinin genelleşmiş hali" olarak tanımlamıştı. Bu, diyalektiğin, düşüncenin evriminde gelinen en yüksek düzey olduğu anlamına gelir. Öyleyse diyalektik, kendisinden önceki bütün düşünce tarihini içermekte, onların aşılmış ve yeni bir sistem içinde bütünleştirilmiş halini temsil etmektedir. Bu özellik, diyalektiğin kavranması için, düşüncenin kendine özgü gelişme tarzını en azından temelleri bakımından öğrenmenin ve diyalektik materyalizmin öncesindeki büyük düşünce birikimini tanımanın gerekli olduğu anlamına gelir. Böyle bir çalışma, yalnızca basitçe "felsefe tarihini" bilmekle sınırlı kalamaz. Özellikle, düşüncenin gelişme momentleriyle, insanlığın sınıflar mücadelesi biçiminde gelişen tarihinin de temel özellikleri arasındaki bağıntıyı kavramak, diyalektiğin sahip olduğu zenginliği ve dünyayı değiştirme eylemi içindeki yerini anlamak bakımından önemli ve gereklidir. Denilebilir ki, diyalektiğin tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihiyle sıkı sıkıya bağlıdır ve diyalektiğin bundan ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Diyalektik materyalizmin, özellikle işçi sınıfı hareketinin bütün kapitalist dünya çapında tarihinin en yüksek düzeylerinden birine ulaştığı bir dönemde ortaya çıkmış olması rastlantı değildir. Marx ve Engels, Hegel'in büyük sisteminin, son derece devrimci bir çekirdek içerdiğini ve temelinde hareket ve değişme kavramlarının bulunduğu bu felsefenin, işçi sınıfının büyük eylemini anlamak ve geliştirmek bakımından elverişli olduğunu gördüler. Marx, Hegel'in idealist diyalektiğini, toplumsal ve doğal maddi dünyanın hareketi temelinde yorumlayarak yeniden inşa etti. Lenin, Marx'ın ve Engels'in diyalektik materyalizmle tarihsel hareket arasında kurdukları ilişkiyi ve bunun önemini şöyle özetliyor: "Materyalist diyalektiğin, temelden başlayarak, tüm ekonomi-politiğin yeniden biçimlendirilmesine uygulanması, tarihe, felsefeye ve işçi sınıfının politikasına ve taktiklerine uygulanması -işte Marx ve Engels'i en çok ilgilendiren buydu; en temel, en yeni katkıyı bu alanda yaptılar ve devrimci düşünce tarihinde en büyük ilerlemeyi bu noktada gerçekleştirdiler."

Lenin'in bu sözünde, diyalektik materyalizmin, diğer bütün felsefi eğilimlerden ve sistemlerden farklı olan bir başka yönü ortaya konmaktadır. Hegel, kendi sistemini, "kendini düşünen düşüncenin düşüncesi" biçiminde tanımlıyordu. Onun diyalektiği, kendisi ne kadar inkar ederse etsin, maddi dünyanın hareketinin bir yansıması olduğu halde, sonuçta yalnızca düşüncenin hareketiyle ve düşüncenin çelişkileriyle ilgileniyordu. Marx ve Engels'in elinde, diyalektik, Lenin'in belirttiği gibi, doğrudan doğruya işçi sınıfının bütün mücadele biçimlerinin pratik bir aracı haline getirildi.

Bütün felsefi sistemler, dünyayı yorumlayış tarzlarına bağlı olarak, kendi içlerinde tutarlı bir de düşünme tarzı geliştirirler. Bir başka deyişle, gelişmiş her felsefi sistemin, kendine özgü bir yöntemi ve mantığı vardır. Lenin, "Diyalektik yöntem, Marksizmin özüdür" diyor. Bu söz, diyalektik materyalizmin, Marx'ın teorik yapıtını anlamak bakımından taşıdığı öneme işaret etmekle kalmamakta, aynı zamanda Marksizmin, işçi sınıfının dünyayı değiştirme mücadelesinde bir araç rolü üstlenebilmesinin, onun hayata uygulanışının hangi temele dayanacağını da göstermektedir. Özetle, Marksizmin öğrenilmesinde olduğu kadar uygulanabilmesinde de, diyalektik materyalizm işin özüdür.

Diyalektik materyalizmin temel bir başka özelliği de, onun gelişmeye ve değişmeye açık olmasıdır.

Marx, Kapital'in Almanca ikinci baskısına yazdığı önsözde, kendi yöntemiyle Hegel diyalektiği arasındaki ilişkiyi şu sözlerle açıklamaktadır: "Benim diyalektik yöntemim, Hegelci yöntemden yalnızca farklı değil, onun tam karşıtıdır da. Hegel için insan beyninin yaşam süreci, yani düşünme süreci -Hegel, bunu "Fikir", ('idea') adı altında bağımsız bir özneye dönüştürür- gerçek dünyanın yaratıcısı ve mimarı olup, gerçek dünya, yalnızca 'Fikir'in dışsal ve görüngüsel biçimidir. Benim için ise, tersine, fikir, maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir."

Bu farklılık, Marx'ın diyalektiğinin Hegel diyalektiği ile olan bağıntısını ortadan kaldırmaz. Aynı yerde Marx, şunları da söylemektedir: "Hegel'in elinde diyalektiğin mistisizmle bozulması, ayrıntılı ve bilinçli bir biçimde diyalektiğin genel işleyiş biçimini, ilk kez onun sunmuş olduğu gerçeğini örtmez. Hegel'de diyalektik başaşağı duruyor. Mistik kabuk içindeki akla uygun özü bulmak istiyorsanız, onun yeniden ayakları üzerine oturtulması gerekir."

Bu açıklama, materyalist diyalektiğin belirleyici özelliğinin, maddi dünyayı temel veri olarak alması olduğunu gösterir. Bu özellik, ona öncekilerden farklı olduğu bir başka boyut kazandırır. Önceki bütün felsefi sistemler, kurucuları ve takipçileri tarafından, "son ve tamamlanmış en büyük sistem" olarak ilan edildiler. Her biri, gerek temsil ettikleri gerçek-nesnel ilişkilerin değişmesi, gerekse kendi iç çelişkileri nedeniyle, zamanlarını doldurarak düşünce dünyasından çekildiler. Marksizm ise, her şeyden önce kendi gerçekleşme koşulunu işçi sınıfının varlığına dayandırmak ve tarihsel olarak geçiciliğini peşinen kabul etmek gibi özellikleriyle, bu sistemlerden köklü bir farklılık gösterdi. Engels, Hegel'in bir sözünü, Hegel sistemi için kullanmıştı: "Varolan herşey, yok olmayı hak eder." Diyalektiğin bu kuralı, diyalektiğin kendisi için de geçerlidir. Ne var ki, gene Engels'in deyimiyle, "Tarih, diyalektiği çok uzun süre beklemişti", diyalektik de, kendisinin aşılması koşullarını oluşturması için, tarihi uzun süre bekleyecektir. Bu uzun süreç, belki de, insanlığın durdurulamaz ilerleyişinin evrim ve devrimlerle dolu yüzyıllarını kapsayacaktır ve bütün bu dönem boyunca, insanlığın toplumsal ve bilimsel birikimi, çok büyük boyutlar kazanacaktır. Sonuçta, insanlık, sınıflara bölünmüş olmaktan kurtulduğunda, tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir özgürlük ortamının sınırsız yaratım olanaklarına ve yeni bir düşünce biçimine kavuşacaktır. Diyalektik, böyle bir ortamda nasıl bir hal alacaktır, yeni biçim içinde bizim bugün bilip kullandığımız özellikler, o aşılmış biçim altında kendilerini ne ölçüde sürdüreceklerdir? Bütün bunlara bugünden bir cevap verebilmek, bilimsel olarak mümkün değildir. Ne var ki, böyle bir ilerlemenin ve devrimci aşma noktasının ortaya çıkabilmesi, diyalektiğin bugünden sağlayacağı birikimin gelişme düzeyiyle bağlı olacaktır. Diyalektiğin kendisini donmuş, bitmiş ve sona ermiş bir sistem olarak görmemesi, aynı zamanda, geleceğe karşı görevlerinin bilincinde olduğunun da bir ifadesidir. Lenin, "Marx'ın yapıtını sürdürmek, insan düşüncesinin, tarihinin, bilimin ve tekniklerin diyalektik açısından incelenmesi olmalıdır." demişti. Düşünce, tarih, bilim ve teknikler, diyalektiğin yalnızca inceleme konusu değillerdir; onlar aynı zamanda, diyalektiğin varlık koşullarıdır. Onların gelişmesi için diyalektik ne kadar itici bir güç ise, düşüncenin, tarihin, bilimin ve tekniklerin gelişip değişmesi de, diyalektiğin ilerlemesi, daha yetkinleşmesi ve daha kapsamlı, daha yetkin düşünce sistemlerin doğuşuna zemin hazırlayabilmesi için zorunlu maddi koşulları hazırlayacaktır.

Bu yazının konusu, materyalist diyalektiğin yöntem olarak taşıdığı başlıca özelliklerin, kurucuları Marx ve Engels ile başlıca geliştiricisi olan Lenin tarafından nasıl tanımlandığı ve nasıl kullanıldığıdır. Diyalektiğin başka diğer yönleriyle de incelenmesi bir dergi makalesinin boyutlarını çok aşacaktır.

Materyalist diyalektik yöntemin dayandığı felsefi temeller


Hegel'e göre, bütün kavramların ve kategorilerin ortak kökü, aynı zamanda en boş, en kapsamlı, en soyut ve bundan dolayı da en gerçek, en ilkel ve en yüksek kavram olan varlık kavramıdır. Bir başka deyişle, varlık, kavramlar ve kategoriler sisteminin başlangıcında bulunur. Onun çelişkisi ve hareketi sonucunda da, diğer kavram ve kategoriler belirir. Bu görüş, Hegel'den önceki idealist sistemler tarafından ileri sürülen "kavramların ve kategorilerin kendi başlarına bir gerçekliği olduğu" yolundaki teze uygundu. Ne var ki, Hegel, başlangıçta bulunan bu kavramın, çelişkili ve hareketli olduğunu söylemekle, esaslı biçimde diğerlerinden ayrılıyor, sistematik felsefeye büyük bir yenilik getiriyordu. Kavramların değişmez temel başlangıçlar olduğu düşüncesine karşı sürülen bu görüşün, önceki idealist felsefeler açısından çözümlenemez gibi görünen bir güçlüğü vardı: Varlık kavramının hareketine yol açan ve kendisinden diğer kavramların doğmasını sağlayan iç çelişkisinin nedeni neydi? Eğer varlık her türlü belirlenimden yoksunsa, "en boş, en soyut, en ilkel" kavramsa, nasıl oluyor da, aynı zamanda "en kapsamlı, en gerçek, en yüksek" kavram olabilirdi? Kavrama hareketini kazandıran çelişkinin kaynağı neydi? Bütün bu sorular karşısında Hegel'in geliştirdiği cevaplar, idealist düşünce sistemi içindeki yapısıyla, tümüyle bir sözcük oyunu gibi görünür. Ne var ki, burada ileri sürülen görüşler, Marx'ın elinde, düşüncenin ilerleme süreçlerinin özellikleri olarak değerlendirilmiş ve nesnel dünyayla bağıntısı içindeki yeri gösterilerek bir yöntem ilkesi halinde yeniden formüle edilmiştir.

Hegel, varlık'ın çelişkisini, onun Hiçlik'le (ya da Yokluk'la) özdeş olduğu noktada başlatıyordu. Hegel'in de bağlı olduğu bütün idealist sistemlerde, her şey, kavramlar aracılığıyla bir gerçekliğe sahip olabilirdi. Örneğin, biz, "bir bardak su"dan söz ediyorsak, demek ki, o nesneyi, "bir", "bardak", "su" gibi, aslında herbirinin kendi başına bir varoluşu bulunan başka şeylerle ilişki içinde düşünebiliyor, "bir bardak su"yu, ayrı ayrı her bir diğer kavrama bağlamaksızın dile getiremiyor, bir başka deyişle onu var edemiyorduk. Böylece, her bir kavram, ancak diğer başka kavramlarla ilişki içinde var olabilirdi. "Varlık" kavramı ise, başka hiçbir kavrama bağlanmaksızın, yalnızca "vardır" diyebileceğimiz yalın, bağlantısız, dolaysız bir kavramdı. "Bu varlık hakkında ne bir duyum, ne bir görü, ne de bir tasarım elde edilebilir, çünkü o saf düşüncedir ve bu haliyle de başlangıcı meydana getirir." ... "Bu varlık, saf ve belirlenimsiz boşluktur. Onda hiçbir şey kavranamaz, hakkında herhangi bir şey de düşünmek olanaksızdır. Başka deyişle, o aynı zamanda bu boş düşünceden ibarettir." Diğer bütün ilişkilerinden soyutlanmış olduğu için, onun hakkındaki bilinebilecek tek şey, yalnızca var olduğu olabilirdi. Hiçlik de aynı şekilde, diğer bütün belirlenimlerinden soyutlanmış, kendisine başka herhangi bir kavramın yüklenemeyeceği yalınlıkta bir kavramdı. "Varlık, bu belirlenmemiş dolaysız, gerçekte hiçlik'tir. Ve hiçlikten, ne artık, ne de eksik bir şeydir." Başlangıçtaki varlık, varoluşa geçmeden önceki halinde, herhangi bir var olan'dan farklıdır. Var olan, beyaz, siyah, kırmızı, ağır, hafif, iyi, kötü, güzel, doğru vs. olandır. Onun hakkında söyleyebileceklerimiz, ona yükleyebileceğimiz özellikleri açıktır. Oysa varlık, bunların tümünden ayrılmış, soyutlanmıştır. Öyleyse, hiçbir sıfatı bulunmayandır. Öyleyse, o, aynı zamanda, hiçbir şeydir, var olmayandır.

Hiçlik'le özdeş olan bu varlık, aynı zamanda hiçlik 'le olan çelişkisi yüzünden, varoluş'a geçer. Gitgide belirlenimler kazanır. Böylece, sonluluk ve sonsuzluk, nicelik ve nitelik, ölçü, öz, fenomen, tözsellik, nedensellik, karşılıklı bağıntılılık vb. gibi yeni kavramların kendisinde belirmeye başladığı bir sürece girer. Varoluş, işte, bu kavramlardan herhangi biriyle belirlenmiş varlıktan başka bir şey değildir. Hegel, kavramın bu başlangıç halini "kendinde ve kendiliğinden" olarak tanımlar. Bu terimler, daha sonra, Marx'ta ve Lenin'de sınıfsal bilinçlenme sürecini tanımlayan bir içerik kazanmıştır. Bununla birlikte, Hegel'deki ilk biçimini önemli ölçüde korumuştur, fakat artık içeriği tamamen toplumsal ve maddi hale gelmiştir. Bir işçi, eğer kendi sınıfsal durumunu tanımlayan bağıntıların farkında değilse, kendisinin toplum içindeki yerini, karşıt sınıflar arasındaki mücadeleyi vs. bilmiyorsa, yani eğer kendisine ait bütün belirlenimleri ve dolayımları kavramamışsa, o, kavramın başlangıç halindeki durumuna benzetilir. Kavradığı her yeni ilişki, onun "kendisi için" olması yolunda bir adımdır. Varoluşun tamamlanabilmesi ve "kendinde ve kendiliğinden" durumundan çıkarak, "kendisi için" haline gelebilmesi için, onun tüm belirlenimlerinin açıklığa kavuşması gerekmektedir.

Marx ve "Ekonomi politiğin yöntemi" üzerine


Başlangıçta bir soyut, boş, ilkel kavramdan yola çıkarak, somut-gerçek, kapsamlı-dolu, tamamlanmış-yüksek kavrama doğru gelişme ilkesini, Marx, ekonomi politiğin yöntemi olarak geliştirdi. Ne var ki, Marx'ın "Ekonomi Politiğin Yöntemi" başlığı altında tanımladığı ilkeler, yalnızca teorik çalışmanın genel yapısını özetlemekle kalmamakta, aynı zamanda, diyalektik yöntemin genel özellikleri hakkında da ipuçları taşımaktadır. Marx, teorik araştırmanın yöntemi üzerine genel sonuçlar çıkarılabilecek olan başlıca makalesi, "Ekonomi Politiğin Yöntemi"nde, nesnelliğin kavramsal yeniden üretimi'nin diyalektik ilkeleri üzerinde durur.

"Nesnelliğin kavramsal yeniden üretimi" deyimi, doğrudan doğruya Hegel diyalektiği ile olan hesaplaşmanın ve onu "ayakları üzerine dikme" girişiminin bir özetini verir. Hegel'de nesnellik, tümüyle kavramsal hareketin bir sonucu olarak ortaya çıkmakta, maddi-nesnel dünyanın kavramlardan bağımsız bir gerçekliği bulunmamaktaydı. Marx ise, herşeyden önce, Hegel'in "dış dünya" dediği madde dünyasının düşüncenin öncesinde bulunduğu, temel gerçekliğin buraya ait olduğu tezini ileri sürerek, onun mistik ve idealist yaklaşımını reddediyor. Fakat, fikirlerin, aynı zamanda maddi dünyanın insan aklındaki yansıması ve düşünce biçimlerine dönüşmesi olduğu gerçeğini de göz önünde tutarak, bu süreci, bir kavramsal yeniden üretim olarak tanımlıyor.

İnsan düşüncesi, sonsuz hareket ve değişim halindeki gerçekliği, tüm yönleriyle ve bir bütün olarak, dolaysızca algılayamaz. En hassas algıların, en keskin gözlemlerin, en büyük bilgi birikiminin dahi ulaşabileceği derinlik- gerçekliğin sonsuzluğu karşısında, sınırlıdır. Lenin, felsefe çalışmaları sırasında tuttuğu notlarında, buna dikkat çekerek, algıyla düşünme arasındaki geçişi şöyle tanımlar: "Sürekli olan'ı (düşüncede) kesintiye uğratmaksızın, canlıyı daha basit ve daha kabasaba kılmaksızın, bölüp parçalamaksızın, ölü gibi dondurmaksızın, hareketi tasarlayamayız, anlatamayız, ölçemeyiz, betimleyemeyiz." Burada sözü edilen, "canlıyı daha basit ve daha kaba saba kılmaksızın, ölü gibi dondurmaksızın, bölüp parçalamaksızın" gibi terimlerle ifade edilen işlemlerin genel adı, "kavramlaştırma"dır. Her kavram, gerçekte nesnel bir ilişkiyi temsil etse de, onun ancak en temel ve genel özelliklerini kendisinde taşıyabilir. Dolayısıyla, her kavram, gerçekliğin donmuş, cansız kılınmış, hareketten ve değişmelerden arındırılmış halini dile getirir. Buna rağmen, kavramlar ve kategoriler, canlılığın, hareketin ve değişmenin bilinebilmesini mümkün kılan "düğüm noktaları"dır. Bu, onların oluşması ve insanın pratik faaliyetinde işlerlik kazanmasının tarihi ile ilgilidir. Lenin, mantıksal kavramlar için, "... dünya hakkındaki bilginin gelişme yasalarının teorisidir. Yani dünya hakkındaki bilginin tarihinin dökümü, toplamı, sonucudur" değerlendirmesini yapıyor. Ona göre, "(Kategoriler), evren hakkında bilgi edinişin basamaklarıdır. Kategoriler, (doğal fenomenlerin örgüsünün) bilinmesini ve egemenlik altına alınmasını sağlayan düğüm noktalarıdır". İşte Marx, bu noktada, Lenin'in özetlediği tarzda, kavramlardan örülmüş bir nesnel dünya tasarımının gerçekleştirilmesi sürecini, yöntemin genel yönelimi olarak ele alır. Marx şöyle der: "Genel düşünce, yani yöntem, her nesneyi kendinde kavramaya elverişli değildir. Her gerçeğin kavranmasında akıl için bir kılavuz, genel bir çerçeve, bir yönelim sağlar sadece. Her gerçekte, o gerçeğin çelişkilerini, kendi iç devinimini, niteliğini ve ani dönüşümlerini yakalamak gerekir".

Bu işlemin genel adı, "somutlama"dır. Günlük dildeki, "somut kavram" ve "soyut kavram" terimleri, Marksist terminolojide farklı bir anlam taşırlar. Genellikle, "somut kavram", belli nesneleri, duyumlarımıza konu olabilen maddi varlıkları dile getiren kavramlardır: Kedi, masa, meyve vs. gibi. "Soyut kavram" ise, algılanamayan şeyleri dile getiren kavramlar anlamına gelir: Tanrı, adalet, özgürlük gibi. Diyalektik materyalizmde ise, "soyut kavram" ve "somut kavram" terimlerinin anlamı tamamen başkadır. Burada "soyut kavram", tıpkı Hegel'in varlık kavramı gibi, belirlenimsiz, bağlantısız, "kendinde ve kendiliğinden" kavramdır. Marx, somut kavramı şöyle tanımlar: "Somut kavram, birçok tanımın sentezi olduğu, böylece de çeşitli yanların birliğini temsil ettiği için somuttur. Bu nedenle, gerçek kaynaklanma noktası ve aynı zamanda algı ve düşlemlemenin kaynaklanma noktası olmasına karşın, akıl yürütmede bir çıkış noktası olarak değil, bir toparlanma, bir sonuç olarak ortaya çıkar. İlk işlem anlamlı imgeleri soyut tanımlar düzeyine indirir, ikincisi akıl yürütme yoluyla soyut tanımlardan somut durumların yeniden üretimine ulaşır."

Marx'a göre, bu süreç, gerçek somutun, maddi varlığın, düşüncede de somutlanmasıdır. Hegel'in, bu süreci, gerçek somutun üretimi süreci olduğunu sandığını söyleyen Marx, bir kez bu idealist yanılmanın aşılmasıyla, diyalektiğin başlıca yöntem ilkesinin ortaya çıkarılabileceğini gösterir. Yukarıda da belirtildiği gibi, Hegel için önemli olan, "her türlü belirlenimden yoksun olan" başlangıç kavramının içerdiği çelişkiyi yakalamaktı. Materyalist diyalektik açısından da, "soyut kavram" durumunda bulunan ilk ögenin hareketini ve gelişmesinin yönelimlerini incelemeye, içerdiği çelişkiyi saptamakla başlanacaktır. Lenin, "Bizim anladığımız anlamda diyalektik, nesnelerin özünde bulunan çelişkinin incelenmesidir" diyor. Çünkü, materyalist diyalektik, kendisinden önceki metafizik ve idealist sistemlerden farklı olarak, "dünyanın anlaşılması"yla yetinmez, onun nasıl dönüştürüleceğini bilmek ister. Bir şeyi "dönüştürmek için kavramak" demek ise, onun bir çelişki içindeki yerini ya da içerdiği çelişkiyi kavramak demektir. Lenin, diyelektik yöntemin özünü, "çelişen, birbirlerini karşılıklı dıştalayan, karşıt eğilimlerin tanınması, keşfedilmesi" olarak gösterir. Örneğin, kapitalizmin ekonomik ve politik yönleri, Marx'tan önce de, bir çok araştırmacı tarafından incelenmiş, kapitalizmin işleyiş yasalarına ilişkin ilk bulgular, burjuva araştırmacılar tarafından saptanmıştı. Fakat Marx, bütün bunlardan farklı olarak, kapitalizimin nasıl dönüştürüleceği problemini, araştırmasının temel noktası olarak aldığı için, bütün çalışması boyunca, kapitalizmin içerdiği çelişkileri bulmaya çalıştı. Kapitalizmin temel çelişkisinin, "üretimin toplumsallaşmasıyla, mülkiyetin özel karakteri arasındaki çelişme" olduğu gerçeğini, kapitalizmin diğer özelliklerinin ele alınışının ekseni yaptı. Emek, değer, sermaye vb. kavramların, bu temel çelişme bakımından nasıl bir rol oynadığı ve hangi biçimler altında bu temel çelişmeyi yansıttığını bulmak, Kapital'in içeriğini oluşturdu.

Kapital'in planı ve yöntemi


Diyalektik araştırma sürecinin yolu, genel olarak ve özetle, "görünüşten, öze" deyimiyle dile getirilir. Bu, "soyuttan somuta" ilkesinin, değişik biçimde dile getirilmesidir. "Soyut", bir varlığın, bağıntıları, çelişkileri, hareketi ve değişmesi hakkında hiçbir bilgimizin bulunmadığı ilk durumu dile getirir ve bu, onun ilk algılanış haline, yani "görünüş"üne denk düşer. "Öz" ise, varlığın "somut" halidir. Marx'ın dediği gibi, görünüşü, "birçok tanımın sentezi, çeşitli yanların birliği" halinde kavramayı ilerletebildiğimiz ölçüde, onun gerçeğine, özüne yaklaşırız. "Görünüşten öze" ya da "soyuttan somuta" ilkesi, Marx'ın temel eserinin yönteminin de başlıca iç çizgisini oluşturur.

Kapital'in birinci bölümünün ilk cümlesi, bu ilkeyi, daha ilk adımda hatırlatır gibidir: "Kapitalist üretim tarzının egemen olduğu toplumların zenginliği, muazzam bir meta yığını olarak kendini gösterir, bunun birimi tek bir metadır. Araştırmalarımızın bu nedenle metanın tahlili ile başlaması gerekir."(abç)

Burada "meta yığını", kapitalizmin bir "görünüşü" olarak ele alınmıştır. Gerçekten, kapitalist pazar, vitrinleri rasgele seyrederek dolaşan birisine, tıkış tıkış bir meta yığını olarak görünecektir. Bunun ardında neler vardır? Hangi ilişkilerin, çatışmaların ve süreçlerin ürünü olarak bu yığın ortaya çıkmıştır? Gene yalnızca "görünüş"e dayanarak, buna cevap vermeye çalışan birisi, fabrikaları, hammadde üretim alanlarını, buralarda çalışan insanları, sermaye sahiplerini ve işçileri belli belirsiz anımsamaya, kafasında canlandırmaya başlayacaktır. Bu elbette, henüz bilimsel bir araştırma değildir; fakat, bir görünüşten diğerine geçerken, birbirine bağıntılı başka kavramların ortaya çıkmakta olduğunu, sıradan insanın düşüncesinde bile, bunun gerçekleşme yolunun "görünüşten öze" doğru belirsiz bir çabayı gerektirdiğini göstermektedir. Marx, meta'yı bir çıkış noktası, ilk görünen öge olarak ele alır ve bilimsel bir inceleme tarzı güderek, onun farklı görünümlerini araştırmaya koyulur. İlk elde, meta'nın farklı biçimleriyle bunların içerdiği farklı ilişkileri araştırır. Meta'nın bir ihtiyacı karşılamak işlevinin arkasında yatan "yararlı şey" kavramına ulaşır. Kapital'i okuyan herkes, Marx'ın, buradan "kullanım değeri" kavramına neredeyse doğal bir akış içinde geçtiğini görür. Adeta "meta" kavramı, Hegel'in tanımladığı gibi, kendi belirlenimlerini ve içeriğini "kendi kendine açmakta"dır. Gene onun deyişiyle söyleyecek olursak, "soyut kavram, gitgide kendi somutluğunu bulmakta"dır.

Marx, "meta" soyut kavramından yola çıkarak ilerlerken onun "özü"nü bulmak için de bir dizi yeni soyutlama yapar. Öyleyse, bir yandan "meta"nın "somut kavram" haline getirilmesi için gerekli çelişkiler ve bağıntılar keşfedilirken, sürekli olarak yeni soyut kavramların bulunması ve bunların somutlanması çabası, içiçe geçmiştir. Bu karşılıklı bağlılık ve içiçe geçerek ilerleme, diğer kavramların elde edilmesi ve tanımlanması süreçlerinde de görülür. Değer kavramı, emek kavramına bağlanır, emek kendi içinde değişik biçimleriyle görünür, bu değişik biçimlerle değer kavramının değişik biçimleri arasındaki ilişkiler bulunup açılır. Nispî değer, değerin eşdeğer biçimi, basit biçimi, genişlemiş değer biçimi vb. gibi kavramlar, "zincirleme olarak ve birbirleriyle içten bağıntılarıyla" tanımlanır. Bir kavramdan diğerine geçilirken, öncekinin içerdiği çelişmeler, esas halkayı teşkil eder. Bir başka deyişle, bütün bu kavramların birbirinden doğuşunda rol oynayan esas güç, her bir kavramın içerdiği karşılıklı yönlerdir.

Kapital'in ikinci bölümü, "Değişim" başlığını taşır. Bu bölüm de, Marx'ın bir "görünüş"ü saptamasıyla başlar. "Açıktır ki, metalar pazara kendi başlarına gidemezler ve kendi başlarına değişim yapamazlar." Bu saptama da, birinci bölümün ilk cümlesi gibi, son derece basit, son derece dolaysız olarak algılanabilir bir gerçeğin dile getirilmesinden ibarettir. Marx, bu soyut görünüş durumundan ilk sonucu çıkarır: "Bu yüzden, aynı zamanda sahipleri olan koruyucularını da tanımamız gerekir." Bu çok yalın gerçek, bir taşın suya atılması sırasında görünenler gibi, gitgide açılıp genişleyen halkalar halinde, daha karmaşık, daha çok yönlü başka ilişkilere doğru yayılır. Ancak her adımda, daha önce ulaşılmış ve somut kavramlar haline getirilmiş kavramlara başvurulur. Örneğin, Para'nın somutlanması için, daha önce somutlanmış başka kavramlarla ilişkisi gösterilir. Meta, değer, kullanım değeri, değişim değeri, emek vs. gibi kavramlar, hem kendi içlerinde, yeni somutlanmakta olan kavram açısından ne gibi değişik içerikler taşıdıkları araştırılarak kullanırlar, hem de yeni kavramın (örneğin 'para'nın) somutlanmasında işlev üstlenirler. Böylece görülür ki, her eski kavram, yeni ilişkiler içinde, yeni somutlanma olanakları bulur ve her yeni bağıntıda, hem kendisi tanımlayan olarak rol üstlenir, hem de tanımladıkları yeni kavram aracılığıyla yeni somutlanma boyutları kazanırlar. Engels, diyalektiği, "bağıntıların bilimi" ve "bütün hareket ve gelişmenin bilimi" olarak tanımlamıştır. Bu tanıma göre diyalektik, olguların, olayların ve süreçlerin, birbirleriyle evrensel, çok yönlü, değişken bağıntılar içerisinde kavranması demektir. Bağıntı, karşılıklı etkileşme, etkileşim ise karşılıklı hareket anlamına gelir. Her şey kendisini kuşatan öbür şeyler tarafından koşullandırılır. Hiçbir olay, tekil varlıkların rastgele bir araya yığılması değildir. Onu koşullayan, onu belirleyen, onu etkileyen iç ve dış bağları bulup ortaya çıkarmak gerekir. Marx'ın Kapital'de izlediği yol, bu tanımın eksiksiz bir örneğini oluşturur.

Kapital'in genel planı, tam olarak bütün yönleriyle kapitalist üretim tarzının somutlanması (düşüncede bir somut olarak yeniden kurulması) çalışmasının en yetkin sonucunu gösterir.

Lenin, "Felsefe Defterleri" genel başlığı altında toplanan notlarında, Hegel'in "bilgi metodu" kavramının içeriğini bir bakıma şemalaştırarak açıklığa kavuşturmayı dener; şu başlıca özellikleri tespit eder:

"1) Kavramın kendi kendinden itibaren tanımı (doğrudan doğruya şey'in kendisi, kendi ilişkileri ve gelişimi içinde göz önüne alınmalıdır.);

"2) Şey'in doğrudan doğruya kendi içindeki çelişki (kendi kendinin başkası) her fenomenin içindeki çelişkin kuvvetler ve yönsemeler;

"3) Analiz ve sentezin birleşmesi."

Hegel'in "mutlak bilgi metodu" olarak adlandırdığı kendi yönteminin en temel özelikleri bunlardır ve bu özellikler, Kapital'in özellikle sunuluşu bakımından Marx tarafından uygulanmıştır. Marx', önce "kavramın kendi kendinden itibaren tanımı" yolunu izler, ve sonra da sırayla diğer özellikleri uygular. Ne var ki, burada materyalist diyalektik bakımından çok önemli bir katkıyı da gerçekleştirir: Her bir kavramı, genel ve tüm kavramları kapsayan bir çelişmenin ekseninde, önce analiz eder (ve bu analize daima içten içe işleyen bir sentez süreci eşlik etmektedir), sonra da, gene bu temel çelişki ekseninde, tümünü sentezler. Bu, bir bakıma, başlangıç noktasına dönüş gibi görünür. Bu özelliği, Marx ve Engels'in birlikte kaleme aldıkları, "Komünist Manifesto"da da kolayca görebiliriz. Manifesto, "Avrupa'da bir hayelet dolaşıyor: Komünizm hayaleti" sözleriyle başlar. Genel durumu karakterize eden başlıca özellik, basit bir görünüş ögesi olarak öne sürülür. Buradan başlayarak, Avrupa'nın bu görünüşe zemin hazırlayan siyasal ve sosyal koşulları tanımlanır. Koşulların ve ortamın başlıca karakateristikleri olan ana sınıfların durumu ve birbirleriyle karşılıklı ilişkileri ve çelişkileri konulur. Manifesto, "Bütün ülkelerin işçileri birleşin!" çağrısıyla sona erer. Bir bakıma, başlangıçta, bir "hayalet" gibi görünen Komünizm kavramı, bütün ülkelerin işçilerinin birleşmesiyle somut gerçekliğine kavuşur. Hem kavramsal bakımdan, hem de maddi bakımdan komünizmin gerçekleşmesiyle, halka tamamlanır. Kavramsal bakımdan, bütün Manifesto boyunca komünizmin temelleri ve değişik yönleri açıklanır, somutlanır; hem de nesnel bakımdan komünizmin gerçekleşme koşulu somutlanır. Ama burada somutlanan komünizm kavramı, başlangıçtaki "hayalet" durumundaki komünizmden çok farklıdır. Soyut, boş, ilkel kavramın yerini, şimdi, somut, kapsamlı, tamamlanmış kavram almıştır.

Burada, Marx'ın gene Almanca İkinci Baskı'ya yazdığı önsözde değindiği bir özelliğe dikkat edilmelidir. Marx, Kapital'in yazılması öncesinde kullandığı "araştırma yöntemi" ile, eserin "sunuş yöntemi" arasında "biçim yönünden" bir farklılık bulunduğunu söyler. "Araştırma yöntemi, işlenecek malzemeyi ayrıntılarıyla ele almalı, onun gelişmesinin farklı biçimlerini tahlil etmeli, iç bağıntılarının esasını bulmalıdır. Ancak bu yapıldıktan sonra, gerçek hareket yeterince anlatılabilir." Fakat çalışmanın sunuluşu, hem bu ayrıntıların tümünü içermez, hem de araştırmanın ilerleme yönüyle aynı olmaz. Marx, kapitalist üretim tarzını incelemeye "meta"dan başlamamıştır. Kapital'in öncesinde bulunan ve "Ekonomi Politiğin Eleştirilmesi İçin Ön Çalışma" başlığıyla yayınlanan ve Almanca "Ön-çalışma" anlamına gelen "Grundrisse" sözcüğüyle anılan notlarının birinci bölümü, "Üretim, Tüketim, Bölüşüm, Mübadele" başlığını taşır. Üretim başlıklı altbölüm, "Özgür Bireyler ve Onsekizinci Yüzyıl Kavramları"nı inceleyerek konuya girer. Diğer bölümlerde de, Kapital'in içerdiğinden oldukça farklı başlıklar ve konular vardır. Bu bölümlerin her birinde, diyalektik yöntemin genel özellikleri tam bir netlikle görünür. Fakat, eserine son biçimini verirken, özellikle Hegel'in bir öğrencisi olduğunu belirtmek amacıyla sunuş biçimini de, Hegel diyalektiğinin kavram hareketi öğretisine uygun hale getirmiştir. Aslında bu uygulama, bir bakıma, içerikle görünüş arasındaki uyumu da sağlamıştır diyebiliriz. Ne var ki, bu, Marx'ın araştırma yönteminin, sunuş yönteminden esastan farklı olduğu anlamına gelmez. Kendisinin de belirttiği gibi, ikisi arasındaki farklılık, tamamiyle biçimseldir. Araştırma yönteminin de genel çizgisi, daima, "soyuttan somuta", "görünüşten öze", "basitten karmaşığa" yönünü izlemiştir.

Lenin'de araştırma ve sunuş özellikleri bakımından diyalektik yöntem


Lenin'in tüm çalışmalarında, diyalektik materyalizmin yöntemsel ilkeleri açık bir biçimde kendisini gösterir. Yalnızca, Marx'ın Kapital'inin Rusya koşullarına uyarlanması özeliğini taşıyan "Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi" gibi başlıbaşına bir bütün oluşturan eserlerinde değil, tek tek makalelerinde de, Lenin, diyalektik yöntemi ustalıkla uygular.

"Ne Yapmalı?" adlı eserine, o da bir "görünüş" ile başlar: "'Eleştiri Özgürlüğü', hiç kuşkusuz, günümüzün en moda sloganı ve tüm ülkelerde sosyalistler ve demokratlar arasındaki tartışmalarda en sık kullanılan slogandır. İlk bakışta, tartışmaya giren taraflardan birinin eleştiri özgürlüğüne ciddiyetle başvurmasından daha garip görünen bir şey olamaz." Lenin, bu noktadan hareket ederek, sloganın arkasında yatan ilişkileri ve çatışmaları anlatır. "Eleştiri özgürlüğü" kavramının gerek genel olarak taşıdığı anlamı, gerekse özel olarak o tarihsel koşullarda hangi gerçek ilişkileri dile getirdiğini araştırır. Bunun içerdiği çelişkiyi yakalar ve kendi görüşlerini dile getirirken, bu çelişkinin bağlı olduğu diğer bütün yönleri ve özellikleri sergiler.

Lenin'in de araştırdığı konuyu sunuşu, tıpkı araştırma sürecinde olduğu gibi diyalektiğin genel çizgisini izler. "Somuttan soyuta doğru ilerleyen düşünce doğru olması koşuluyla ... gerçekten uzaklaşmaz ama ona yaklaşır (...) tüm bilimsel (saçma değil; doğru, ciddi) soyutlamalar doğayı daha derin, daha doğru ve tam olarak yansıtır". Fakat, o da araştırma sürecinde izlediği yönü, çoğu kez, sunuşunun yönü olarak kullanmaz. Araştırma bir başka ögeden başlamış olsa da, konuyu sunarken, bir başka ögeyi ilk anda öne çıkarabilir. Burada rol oynayan etken, özellikle Lenin bakımından söyleyecek olursak, yazının özel hedefleri ve yayınlandığı özel tarihsel koşullardır. Okuyucunun ilgisinin nereden başlayacağı ve dikkatin özel olarak hangi noktada toplanması gerektiği, Lenin'in yazılarının planlanmasında özel bir önem taşır. Bu bakımdan denilebilir ki, Lenin, okuyucunun da, "görünüşten öze" doğru ilerleyen bir süreç içinde bulunmasını, anlatmak istediklerinin tam olarak anlaşılmasını sağlamak bakımından gerekli görür.

Fakat Lenin'in araştırma süreci için önerdiği yolu incelemeden, yapıtının sunuluşundaki yalınlığın ve anlaşılırlığın sırrını çözemeyiz.

Lenin, Hegel tarafından ileri sürülmüş bulunan "mutlak bilgi metodu" kavramının açılmasından on altı kural elde eder. Bunlar, hiç bir şekilde, diyalektiğin temel kuralları, ya da yasaları olarak anlaşılmamalıdır. Burada yapılan özet, Lenin'in bir araştırma sürecinde, diyalektik bakımdan dikkat edilmesini gerekli gördüğü ögeleri içermektedir:

"1. İncelemenin nesnelliği (örnek vermek yok, konu dışına çıkmak yok, doğrudan doğruya kendi kendisinde şey var sadece).

2. Bu şey'in, öbür şeylere olan katmerli ve çeşitli bağıntılarının hiç eksiksiz tümü.

3. Bu şey'in (ya da gene fenomenin) gelişimi, kendine özgü hareketi, kendine özgü hayatı.

4. Bu şey'in içindeki içsel bakımdan çelişkili olan eğilimler ve yönler.

5. Toplam olarak ve karşıtların birliği olarak şey (fenomen vs).

6. Bu karşıtların mücadelesi, respektiv açılıp yayılmaları, çelişkin özlemler vs.

7. Analiz ve sentezin birleşmesi, değişik parçaların ayrılması ve yeniden birleşmesi, bu parçaların toplam halinde bütünleşmesi.

8. Her bir şey'in (fenomenin vs.) bağıntıları, sadece katmerli ve çeşitli değil, aynı zamanda evrenseldir de. Her şey (fenomen, süreç vs.) her başka'ya bağlıdır.

9. Sadece karşıtların birliği değil, aynı zamanda her belirlenimin, niteliğin, çizginin, yanın, özeliğin, her başka'ya [kendi karşıtına?] geçişleri.

10. Yeni yanların, bağıntıların vs. sonsuz biçimde ortaya çıkma süreci.

11. İnsanın, şeyler (fenomenler, süreçler vs.) hakkındaki bilgisinin, fenomenden öze ve daha az derin bir özden daha derin bir öze giderek sonsuz derinleşme süreci.

12. Birlikte varoluştan nedenselliğe ve bir bağlantı ve karşılıklı bağımlılık formundan daha derin ve daha genel bir başkasına.

13. Alt evredeki bazı çizgilerin, özelliklerin, vs. bir üst evrede tekrarlanışı ve

14. Görünürde eskiye dönüş. (olumsuzlamanın olumsuzlanması)

15. Muhtevanın formla mücadelesi ve bunun tersi. Formun reddedilmesi, muhtevanın yenibaştan yoğrulup işlenmesi.

16. Nicelikten niteliğe geçiş ve bunun tersi. (15 ve 16, 9'un örnekleridir.)"

Dikkatle incelendiğinde, bu özelliklerin Lenin tarafından herhangi bir sıra gözetilmeksizin, üzerinde çalıştığı Hegel metninin okunuşu sırasında tutulmuş notların akışına göre dizildiği görülecektir. Bu maddeler, üç ana ilke bakımından sınıflandırılıp yeniden sıralanabilir. Fakat bu yapılmadan da, Lenin'in yazılarında ve konuşmalarında kendisini gösteren iç tutarlılığın, üstün öngörü zenginliğinin kaynağı bu notlardan anlaşılabilir. Şu sözleri, yukarıdaki notların bir özetidir: "Düşünürken (örnekleri değil, aykırılıkları değil; kendinde-şeyi) nesnel olmak, doğru bir bilgiye sahip olmak istiyorsak, onun tüm yanlarına, bağlantılarına ve 'aracılık-özelliklerine' bakmalı ve incelemeliyiz. Bu hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleştirmeyi umamayacağımız bir şeydir. Ama kapsamlılık kuralı, yanlışlara ve katılığa karşı bir güvencedir."

Lenin, diyalektik materyalist yöntemin bir ilkesi olarak, "somut durumların somut analizi"ni önermişti. "Somut durum"un bütün karmaşıklığını yakalayabilmek, olası gelişmeleri hesaplayabilmek ve bunu bütün somutluğuyla yansıtabilmek (yazı ya da konuşma biçiminde sunmak) ancak böyle bir ince işçiliğin sonucu olabilir.

Sonuç


Gerek Marx ve Engels'in gerekse Lenin'in, diyalektik materyalist yöntemin gelişmesine yaptıkları büyük katkı, esas olarak eserlerinde içerilmiş olarak bulunmaktadır. Onların hiçbirinin yöntem üzerine ayrıntılı bir yazısı yoktur. Marx'ın daha önce sözünü ettiğimiz "Ekonomi Politiğin Yöntemi" başlıklı makalesi, "Grundrisse" içinde bir parçadan ibarettir ve okunup anlaşılması oldukça zor bir metindir. Engels'in, "Tarihsel İnceleme Yöntemi ve Mantıksal İnceleme Yöntemi" başlığını taşıyan bir incelemesi de, Marx ve Engels'in seçme yazılarından oluşan "Felsefe İncelemeleri" adlı derlemede yer almaktadır. Lenin de, diyalektik üzerine çalışmalarını tamamlayamadan bırakmıştır. Bugün elimizde, "Diyalektik Üzerine" başlığını taşıyan bir taslaktan başka bir şey yoktur. Fakat, devrimin pratik sorunları üzerine yaptığı tartışmalarda ve devrimci iktidarın uygulamaları için hazırladığı tasarılarda, diyalektiğin kavranışı ve uygulanışı üzerine bir çok değerli örnek vardır.

Lenin, Marx ve Engels'in diyalektik üzerine kapsamlı bir eser bırakamamış olmalarını üzüntüyle karşılar, fakat Kapital'in diyalektik mantığı içerdiğini ve onun kapsamlı bir incelenmesinin bize bu mantık hakkında tam bir bilgi vereceğini söyler.

Burada önemli olan, Marx ve Lenin'in eserlerini inceleme yöntemini ve onların bizzat kullandığı yöntemin ana ilkelerini bilmektir.

Başlangıçta da söylediğimiz gibi, diyalektik materyalizm, esas olarak dünyayı devrimci tarzda değiştirmenin bilimsel ilkelerini verir. Dolayısıyla, diyalektiği özellikle Lenin'in pratik siyasal mücadelesinin içinde nasıl kullandığının araştırılması büyük önem taşımaktadır.

Bu yazı, aylık sosyalist teori ve politika dergisi Özgürlük Dünyası'nın Şubat 1994 tarihli 64. sayısından alınmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

   

 

 

herhangi bir sorun cikarsa E.Mail.Yaziniz

Free Web Hosting
">  

     

 

 

herhangi bir sorun cikarsa E.Mail.Yaziniz tr> tml>